21 Ocak 2011 Cuma

Aforizma 21

Engeller ne kadar büyük olursa başarı da o kadar büyük olur...

16 Ocak 2011 Pazar

Aforizma 20

Reklam kapitalizmin rujudur. Öpmeden önce kendisini güzel gösterir.

13 Ocak 2011 Perşembe

Aforizma 19

Her aşkın bir azalan marjinal faydası vardır...

1 Ocak 2011 Cumartesi

Konforlu Hayat

İnsan doğası gereği hep rahatı aradı. Sahip olduğumuz her şey hep daha keyifli ve rahat bir yaşam için yapıldı. Rahata ulaşma isteği en temel dürtülerimizden biri. Ama son zamanlarda bu istek de hayatlarımızda bir hastalık haline gelmeye başladı. Lezzetli yemekler, yumuşak minderler, konforlu evler, rahat arabalar… Bütün bunlara sahip olabilmenin de bir maliyeti oldu doğal olarak. İnsanoğlu bugün geldiği noktada bedenen konforlu fakat ruhen konforsuz bir hayat yaşıyor. Konforlu yaşam arzusu her bedeni işgal etmiş durumda. Artık spor yaparken bile dışarıda değil spor salonlarında koşmayı tercih ediyoruz. Çünkü böylesi daha rahat…

Gelişen bilimle birlikte insan ömrü de uzadı. Bundan elli yıl önce altmış olan ortalama insan ömrü şu anda seksenlere dayanmış durumda. Teknoloji ve bilimin sarıp sarmaladığı yapay hayatlar sayesinde canımıza can katıp uzun yıllar yaşamaya başladık. Artık bedenlerimize eskiye oranla çok daha fazla önem veriyoruz. Binlerce çeşit vücut kremi, binlerce farklı diyet türü, bedenimizle ilgili envai çeşit yapay konfor sağlayıcılar… Gelişmiş ülkelerin vatandaşları bugün bütün bu yeniliklere ulaşabiliyorlar. Her şey çok güzel. Peki, problem nerede? Yaşamımızı kolaylaştıran bunca yeniliğe rağmen neden hayatlarımız huzursuz ve sıkıntılar içinde geçiyor? Sahip olabileceğimiz hemen her şeye neredeyse sahip olduğumuz halde doyumsuzluk okyanusunun git gide daha derinlerine iniyor, sonsuz elemlerimize her geçen gün yenilerini ekliyoruz.

Hayatlarımız eskiye oranla çok daha güvenli gibi görünse de bu gelişmişlik beraberinde farklı sorunları da getirebiliyor. Ortalama yaşam süresinin artmasıyla beraber intihar oranlarındaki artış da kayda değer. Bununla birlikte uyuşturucu madde kullanımındaki artış da rahata düşkünlüğün tavan yapmış hali. İnsanlar eskiden idealleri için yaşar ve bu uğurda ölürlerdi. Şimdiyse rahatları için yaşayıp ölümsüz olmanın peşindeler. Gerçekten inandığımız şeyler uğrunda fedakârlık yaptığımızda bazen yorgunluktan bedenlerimiz yıpranabilir. Ama bir bedeni önemli bir amaç uğruna feda ettiğimizde aslında onu en iyi şekilde kullanmış oluruz. Fakat bugün gelinen noktada en büyük idealimiz rahata ulaşmak oldu. Eskiden bir öğrenci uykusuz kalıp gerekirse sabaha kadar ders çalışıp ertesi günkü sınava hazırlanırken, günümüzde öğrenci uykusunu alıp vücudunun kendisini yenilemesini, uykusuz kalıp ders çalışmaya tercih ediyor. Yani bedenin ihtiyaçlarını her şeyin üzerinde tutup bunu hiçbir şeyle tolere etmeyebiliyor. Günümüz insanı hiç olmadığı kadar rahatına düşkün oldu.

Bu gidişin sonu nedir?

Bu konforlu yaşam çılgınlığı devam ederse –ki büyük ihtimalle devam edecek, rahatımız için yapılan bu yenilikler uzun vadede insanoğlunun kas ve iskelet sistemini bile etkileyecektir. Mobilya teknolojisi ya da evlerimizdeki puf minderlerden bahsetmiyorum. Gün gelecek Avatar filmindekine benzer şekilde herkesin kullanabileceği yapay bedenlerimiz olacak. İçine girdiğimiz kabinlerde o bedenleri yöneteceğiz. Hatta o kabinler beynimizin fonksiyonlarının düzgün çalışabilmesi için vücudumuza besinler yükleyecek. Böylece o kabinlerden çıkmamıza da hiç gerek kalmayacak. Herkes kendi yaşam kabiniyle tanımlanacak ve beyin kaslarımızın dışında bir kas grubunu kullanmamıza gerek kalmayacak. Konforun maksimum seviyede olduğu bu durumun bir tık ilerisinde ise herkes ayrı bir dünya olacak. Şimdilik koltuktan ısıtmalı arabalarımıza binmeye devam edelim. Ama çok da alışmayalım çünkü daha rahatı gelecek…

Ufuktaki Tehlikeler

Bilimin kendine özgü çekiciliğini görmezden gelirsek eğer geriye yalnızca korkunun kaldığını görürüz. Bugüne kadar bilimin getirdiği faydaları düşündük hep. Fakat son zamanlarda insanlık bilimin ne denli tehlikeli olabileceğini fark etmeye başladı. Bu da beraberinde çözüm arayışlarını getirdi.
Benim için fizik dünyasında kilometre taşı sayılabilecek dört önemli buluş vardır; Arşimet'in suyun kaldırma gücünü bulması, Newton'un yer çekimi kanunu, Einstein’ın izafiyet teorisi ve son olarak da Max Planck' in kuantum teorisi... Esasen bu dört önemli buluş da birbirleriyle bağlantılı olması ve hayatımızın içinde yer almasına rağmen son zamanlarda kuantum fiziği en çok konuşulan konulardan biri haline geldi (Einstein’ın izafiyet teorisinin esinlendiği ana fikir kuantum fiziği olmasına rağmen sanki bu teori son zamanlarda ortaya atılmış gibi bir hava esiyor ortalıkta. Halbuki Max Planck bu teoriyi ortaya attığı sırada Einstein kısa pantolonla geziyordu). Bunun yanı sıra nano-teknolojideki gelişmeler, genetik dünyasının neredeyse ölüme çare bulacak hale gelmesi bana Atlantis Uygarlığı’nı hatırlatıyor. Onlar da ölüme çare bulmuşlardı ama büyük tufandan kurtulamadılar. Diğer taraftan hücrelerin devamlı kendisini yenileyebileceği bir teknolojiyi bulmak demek, vücudumuza bir kamyon çarptığında ölmeyeceğimiz anlamına da gelmiyor.

Görünüşte her ne kadar heyecan verici olsa da bilimdeki bütün bu gelişmeler git gide daha ürkütücü ve tehlikeli bir boyuta ulaşıyor. Benimse insanlığın geleceğine dair olan merakım bu konuyla ilgili içimde oluşan korkudan daha ağır basmakta. Bilim ve buna bağlı olarak teknoloji artık önü alınamaz bir şekilde gelişmeye başladı. Bizler, madde bedenlerimizden sıyrılıp evrende sörf yapmanın yolunu henüz bulamadan delinin biri bütün dünyayı bir gün havaya uçurabilir... Ve bu ihtimal her geçen gün daha da artmakta... Belki de gün gelecek evlerimizde nükleer bomba yapabilecek teknolojiye sahip olacağız. Peki o zaman ne olacak? Toplumun büyük kısmı bu tür sorularla ilgilenmiyor aslında. İnsanlar genelde anlayamadıkları noktada, durumu umursamamayı tercih ediyor. Fakat dünyayı bekleyen tehlike maalesef sadece sera gazı etkisiyle sınırlı değil. Kendi beyinlerimizin ürettiği problemlere artık çözüm bulamaz hale geldiğimizde her şey için çok geç olacak! Bu sıkıntıların psikososyal etkileri de cabası! Bu sadece bizim değil bütün dünya halklarının problemidir. Türk, Yunan, Alman demeden hepimizin ortak problemidir…

Bilgisayar ve elektronik teknolojisi, DVD filmler, ulaşım hızı, organik meyveler, sebzeler, evimizdeki beyaz eşyalar, mevcut finans sistemi, plastik alet edevatlar, teflon tava, düdüklü tencere, cep telefonu... Ben tüm bunlarla mutluyum. Yeni buluşlar yeni tehlikeler getirecekse eğer ben kendi adıma mevcut teknolojiyle yetinmeye razıyım. Fakat maalesef bilimsel ve teknolojik gelişmeler bizlerin arzu ettiği seviyede kalmıyor. Her şey devamlı gelişiyor ve daha da karmaşık bir hale geliyor. Olayın en ironik tarafıysa bütün bunların insanların sözde iyiliği için yapılıyor olması. Bilim ve teknoloji bu hızla gelişmeye ve karmaşıklaşmaya devam ederse korkarım ki gün gelecek hiçbir bilgisayar çalışamayacak, banka hesapları, uçak rezervasyonları, hastane kayıtları bir daha hiç düzelmemek üzere birbirine karışacak. Zaten bu tehlike ayrıca doğal döngü içerisinde dünyanın manyetik alanlarının değişmesiyle de bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

Öneri

Artık teknolojiyi kontrol altına alma zamanının geldiğini düşünüyorum. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gibi uluslararası bir “bilimsel gelişmeler güvenlik konseyi” kurulabilir. Üstelik bu da yetmez. Aynı zamanda bu konsey dünya ülkelerinin en çok önem verdiği kurum olmalı. Yeryüzündeki tüm araştırma laboratuarları, tüm şirketler, arge departmanları... Hepsi bu kurumun denetimi altında olmalı. Her yeni ürün ya da buluş kullanıma sunulmadan önce insanlık üzerindeki olası etkileri iyice hesaplanmalı! Sadece fiziksel etkileri değil sosyal ve psikolojik etkileri de... Eğer bu etkiler hesaplanamayacak durumdaysa hesaplanabilecek duruma gelene kadar o buluş kullanıma sunulmamalı... Doktorlar cep telefonları çıktıktan sonra beyin tümörlerindeki artışın tesadüfî olmadığını söylüyor. Tümör çocuklarımızı vurmadan gereken önlemi almalıyız...

Fantastik bir kâbus…

Teknoloji bu hızla ilerlemeye devam ederse insanoğlunun belki de günün birinde diğer boyutları da görebilmesi mümkün olabilecek. Belki de gün gelecek bilim, ölümden sonrasına da müdahale edebilir hale gelecek. Belki de bilim adamları radyoaktif cihazlarla ahirete açılan kapıyı kontrol altına alabilecek. Böylece bilimi kontrol altında tutan zenginler bir bir cennete giderken fakirler rahatça ölemeyecek bile! Adamın biri kredi borcu yüzünden intihar ettiğinde ahiret polisleri diğer boyuta geçip kişiyi sorgulayabilecek! Fantastik bir kâbus bu! Bu taraf ta Elektronlarına ayrılmış buldozerler öbür tarafa geçecek. Müteahhitler cenneti yıkıp yeniden inşa etmeye kalkışacaklar. Eski zamanlarda ölmüş olanlar tekrar dünyaya dönmek isteyecek. İnsanlık orta dünyada yaşamaya başlayacak böylece ölmenin de bir anlamı kalmayacak. Hatta ölmekle bile dertlerinden rahatça kurtulamayacağını bilecek insanlar. Şimdiki günlerimizi özleyeceğiz. Rahatça ölebilmeyi… Bu dünyaya göz yumup bir daha geri dönmemeyi… Ölüp de bu dünyadan rahatça sıyrılamamak ne acı… Bütün bunları düşününce ölümle birlikte bu dünyayla olan irtibatın tamamen kesilmesi çok daha iyi gibi geliyor insana. Kimbilir belki de gün gelecek Hitler’i öbür taraftan geri alıp bu dünyada sorgulayabileceğiz. Ama işe bir de iyi tarafından bakalım. Yüce önderimiz Atatürk’ü tekrar başa getirsek fena mı olurdu?

Şimdilik tüm bunların bir hayalden ya da yersiz tasadan ibaret olduğunu düşünebiliriz. Ama unutmamalıyız ki insanoğlunun bugüne kadar düşünüp de gerçekleştiremediği hiçbir şey olmamış. Bugünlerimizin keyfini çıkaralım. Geleceğe umutla ya da umutsuzlukla bakmanın da bir anlamı yok aslında. Çünkü her durum kendi özgün koşulunu yaratır. Ve insan her koşula en hızlı ayak uydurabilen varlıktır...

Aforizma 18

"Bu dünyada kalmak istemiyorum artık." diyenler intiharı çözüm olarak görebilirler ama bu da çözüm değildir. Çünkü ölsen bile toprağa gömecekler. Gerçekçi çözüm astronot olup ya da bir ufo bulup bu dünyadan ayrılmaktır...

Aforizma 17

Mutluluk evimizde beslediğimiz bir muhabbet kuşu gibidir. bazen omuzumuza konar, bazen de uçar gider yakalayamayız. Bazen bizimledir bazen de değildir. ama eğer muhabbet kuşunu iyi yetiştirebilirsek her zaman omuzumuzda kalır, pencere açık bile olsa uçup kaçmaz. Hepimizin içinde yetiştirilmeyi bekleyen bir muhabbet kuşu var. aman onu kaçırmayın yetiştirin ki hep sizinle kalsın:)