21 Mart 2010 Pazar

Kapitalizm: ÖZGÜR KÖLELİK


Bugüne kadar kapitalizmle ilgili pek çok fikir öne sürüldü. Marx’ından Engels’ine, Hegel’inden Weber’ine kadar pek çok feylesof kapitalizmin ne denli berbat bir ekonomik sistem olduğunu insanların gözüne soka soka anlattı durdu. Dünyada kaptalizmle ilgili yüz tane yazı yazıldıysa bunların doksandokuzu kapitalizm karşıtı yazılardır. Kalan biri de muhtemelen bir kapitalistin para vererek yazdırdığı bir yazıdır. Avrupa menşeğli olan bu düşünce ve pratik sistemi aslında toprak ağalığı - derebeylik sisteminin gelişmiş bir modelidir. Bu gelişmiş feodal yapı bütün dünyayı sardıkça savaşların sayısı ve etkisi daha da arttı. İnsanlar daha çok çalışıp daha az para kazanır oldu. Burjuva ve proleterya arasındaki mesafe filipinlerle andorra arasındaki mesafeden daha da fazla açıldı.

Peki bu kapitalizm tam olarak nedir? Etkileri nelerdir?

Genel tanım kapitalizmin feodalizmden sonra sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan sosyal ve ekonomik bir oluşum olduğu şeklindedir. Neden bu kadar yakın tarihleri verirler anlayamıyorum! Bana göre Kapitalizmin doğuşu Takas (trampa) sisteminin ortaya çıkmasıyla meydana gelir.Ver sığırı al buğdayı ya da ver timsah derisini al aslan kürkünü şeklindeki oluşumdur trampa ekonomisi... ardından lidyalılar parayı buldu. Sistem git gide gelişti. Endüstri devrimiyle beraber kapitalizm daha organize bir boyuta ulaştı. Yahudiler, amerikalı ve ingiliz iktisatçıların üçlü çabasıyla kapitalizm gözle görülür, elle tutulur bir sistem haline geldi ve zaman içinde bugünkü karmaşık yapısına ulaştı. Ve en sonunda şu andaki içinden çıkılamaz durumuna geldi! Sonuç: açlık, sefalet, toplu ölümler ve tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir ekonomik dengesizlik.

KAP-İT-ALİzmin açılımı: Bağımsız birey olarak hayatlarını kazanma imkanları ellerinden “KAP”ılmış, “İT” gibi çalıştırılan “ALİ”ler, veliler, haticeler, tuğçeler... Kaybedilmiş nesil...

Artık günümüzde liberal ekonominin zararlarını her fert derinden hissediyor. Liberal liboşlar toplumun her kesimini etkisi altına almış vaziyette! İnsanlık tarihi boyunca zeki azınlık daha az zeki olan çoğunluğu hep bir şekilde yönetti. Bu alışılageldik bir durumdu. Ayrıca insanlığın gelişmesi de bu sayede mümkün olabildi. Sonuçta birileri her zaman daha akıllıydı ve daha iyi şartlarda yaşamasını da başardı bir şekilde. Eski mısırda bile mühendis köleler piramit planlarını gölgede çizerken işçi köleler güneşin altında öküzlerle beraber çalışıyordu. Birileri her zaman daha zeki oldu, daha az yıprandı, daha rahat yaşadı. Geçmişten günümüze durum herkesin kabullendiği bu şekliyleydi hep. Endüstri devrimiyle beraber bu durum da değişmeye başladı. Daha zeki ve yetenekli olan değil, liberal sisteme ayak uydurabilenler daha başarılı olmaya başladı. Başarıya ulaşmak için her yolu mübah sayan, bu yolda hiçbir değer yargısını kabul etmeyen bir kesim türedi. Bu kesim kısa sürede üretim araçlarını da ele geçirdi. Ticaret ve sanayi odaları kuruldu. Böylece liboşlar kendi içlerinde daha organize olabildiler. İşçilerin maaşlarını hep birlikte ayarladılar. Böylece bir patronun yaptığı zamdan daha yükseğini diğer patron yapamıyordu. Sistem tıkır tıkır işliyordu. Özgür köleler kendi istekleriyle fabrika kapılarında iş dilenir oldular. Teknoloji geliştikçe teknolojiye ulaşmanın maliyeti de arttı. Sağlık harcamaları, eğitim, ulaşım giderleri... Kapitalizm önce arzı sonra talebi oluşturdu. Bugüne kadar farkında olmadığımız isteklerimizi bize gösterdi. Şirketler ar-ge departmanları kurarak bilimi de kendi lehlerinde çalıştırmayı başardılar. Çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, buzdolabı, tv, lap top... Sürüyle alet edevat.. Tirbişon, enerji içeceği, cep telefonu, doğum kontrolü, tüp bebek... Sürüyle pek çok yenilik... Bütün bunlara ulaşmanın da bir maliyeti vardı elbette... Herşeyi düşük ücretle bizlere ürettirip beş katı karla bize geri sattılar. Bütün bunları yaparken de çeşitli hilelerle bizi uyutmayı hep başardılar.

Topluma bazen uyuşturucu bazen de uyarıcı haplar içirdiler. Uyuşturmak için bazen dini otoriteleri kullandılar bazen de önümüze ulaşılması sanki çok elzemmiş gibi bir takım hedefler koydular. Bu hedeflere ulaşmak için herkesten daha hızlı koşmamız gerektiği söylendi. Bir hedefe ulaştıktan sonra yeni bir hedef, sonra başka bir hedef... Alınması gerekli olan bitmek bilmeyen uyarıcılar, sertifikalar, diplomalar ve bunlar için harcadığımız sürüyle para. Kendi paramızla rezil olduk! Onların istediği yolda durmadan koştuk. Gönüllü köle olduk. Ama neyin üstünde koştuğumuza bakmadık hiç. Aslında koştukça tıpkı bir hamster gibi farkında olmadan kapitalizmin çarkını döndürüyorduk. Her an milyonlarca insan uzaklarda gösterilen içi boş hedeflere ulaşmak için durmadan koşuyor ve biz koştukça çark daha da hızlı dönüyor. Çark hızlandıkça bizler daha da hızlı koşmak zorunda kalıyoruz. Peki önümüze koyulan bu hedeflere ulaşmak zorundamıyız? Koşmayı biran için bıraktığımızı düşünelim. Bu durumda ne olur? diğer insanlar koşmaya devam ediyor ve çark da dönmeye devam ettiği için bizi ezer geçer. Eğer bir kişi koşmayı bırakırsa çarka hiçbirşey olmaz. Ama çarkın dişlileri arasında kalan o kişi ölür... yok olur.. her gün gidip geldiğiniz işinizi bırakırsanız ne olur? elektrik, doğalgaz, su faturalarını ödeyemezsiniz. Birikimleriniz bittiğinde de en sonunda soğuktan ya da açlıktan ölürsünüz. Çark sizi ezip geçmiştir... Farkında olmadan bütün insanlık sizi ezip geçmiştir aslında. Sizin sisteme karşı bireysel başkaldırınız hezimetle sonuçlanmıştır! Diğerleri sustalı maymun gibi işlerine gitmeye, günlük monoton hayatlarını yaşamaya devam ederler. Sabahın altıbuçuğunda uyanıp otobüs kuyruklarında aç ve uykulu bir halde sıra beklerken ve kendi talihlerinin neden kara olduğunu düşünürken nasıl bir çarkı döndürmekte olduklarını anlayamazlar belki ama birşeylerin ters gittiğinin farkındadırlar ve en azından sürüden ayrılmamış olmanın güvenini yaşarlar.. Proleteryanın bir kısmı da ne olup bittiğinin farkındadır ama kredi kartı borçları, çocuğun okulu, evdeki dırdır, bitmek bilmeyen istekler, ihtiraslar o kadar meşgul eder ki onları bu kadar derdin içinde çarkın üstünde koşmayı bırakmanın intihar etmek anlamına geldiğini bilirler. O yüzden çaresizce koşmaya devam ederler. Sonra yeni bir alışveriş, yeni bir taksit... Yeni hedefler... Yeni bir oturma odası takımı...

Peki bu çarkı durdurmak için ne yapmak gerekir? Karl Marx herkesin aynı anda koşmayı durdurması gerektiğini söylemiş. Bunu da devrim olarak adlandırmış. Ancak bu şekilde kapitalizm yıkılabilirmiş. Bu arada Marx çark durduktan sonra doğabilecek problemleri gözardı etmiş olmalı. Hele ki şu anda insanlık o kadar çarka bağlı ki çark birdenbire durduğunda üçüncü dünya savaşından daha beter bir hale gelebilir dünya! Şu bir gerçek ki çark bir şekilde hep döner. Adı ne olursa olsun birileri birilerini hep yönetti. İçinde sistem kelimesini barındıran herşey insanın özgür damarlarına zerk edilen bir zehir gibi zarar verdi. İster kapitalizm olsun ister komünizm, bütün sistemler bireyi es geçti. O yüzden bugüne kadar sosyal yaşam gelişmesine rağmen bireylerin ruhsal sıkıntıları maalesef geçmedi, daha da devleşti.

Kapitalizm hastalığına karşı Yeni reçete: doğaya dönüş...

Bu reçete tutarmı tutmaz mı bilemiyorum ama artık modern ülkelerde pek çok kişi çözüm olarak sistemin tamamen dışına çıkmayı tercih ediyor. Bu insanlar çarkın üzerinde koşmayı bırakıyorlar ama çarkın üzerinde de durmuyorlar. Çarkın dışına atlıyorlar... Deli gibi dönen çarkın üstünden yalınayak toprağa atıyorlar kendilerini. Genelde iyi eğitimli ve ortalamanın üstünde maddi geliri olan insanlar bunlar. Tüm mal varlıklarını satarak ya da bağışlayarak bir ormana ya da parka yerleşiyorlar. Artık ne elektrik ne de trafik derdi var onlar için. Hiçbir iletişim aracını kullanmıyorlar. Her yeni gün onlar için ayrı bir deneyim halini alıyor. Kimse onları birşeyler yapmaları için zorlamıyor. İstedikleri saatte uyanıyorlar. Doğadaki otlarla ve hayvanları avlayarak besleniyorlar. Yani bildiğiniz yontma taş devrine dönüş... Ne kapitalizm ne de sosyalizm umurlarında değil artık. Nefes almanın tadını çıkarıyorlar sadece. Bu eylemsizlik durumu ne kadar işe yarar bilemiyorum. Muhtemelen teknolojiden bu kadar yoksun kalan insanların ortalama yaşam süresi de kısalacaktır. Bu hayatın getirdiği zorluklar da cabası... Bize ait olmayan uyuşturulmuş, rahat ve konforlu, uzun ve karmaşık bir yaşamı mı yoksa daha basit ve yalın, kısa belki ama daha anlamlı tamamen bize ait olan bir yaşamı mı tercih etmeliyiz. Şairin dediği gibi “it’s your choice” (tercih sizin dostlar)... Bu kapitalist sistem belki de dünyanın son gününe kadar sürüp gidecek. Belki daha da ivmeli bir hal alarak git gide büyüyecek ve en sonunda yaptıklarıyla kendisinin ve dünyanın sonunu hazırlayacak. Bence bütün bu gelişmeler bize sormadan olup biterken aslen birey olarak yapmamız gereken şey; buna karşı koyma savaşından yenik düşeceğimize, bu düzene kendimizi fazlaca kaptırmadan biraz daha hırslarımızı törpüleyip, çağın hertürlü yenilik anlamında getirisinden de fazla uzak kalmadan ortalama bir sistem yaratmak kendi dünyamızda ... Eğer mutlu yaşamak istiyorsak ya isteklerimizi azaltacağız ya da imkanlarımızı çoğaltacağız... Paranız nasıl olursa olsun sizin havanız iyi, sevginiz de bol olsun. Sağlıcakla kalın...

10 Mart 2010 Çarşamba

Türkiye'de erkek olmak

Bu ülkede Erkek olmak...
Erkek olmak zor iş arkadaş!
Özellikle bu ülkede erkek olmak çok zor!

Sünnetle başlayan acı hayat, askerlikle ve geçim yükünün omuzlara binmesiyle daha çok kendisini hissettiriyor!

Bu ülkede erkek olmak, her an sapık yerine konulabilme potansiyelini de bünyesinde barındıran eşsiz bir psikolojik duruma sahip olmaktır.

Bu ülkede erkek olmak karşı cinsten birine merhaba derken bile temkinli olmaktır.

Eğer bir erkeği öldürmek istiyorsanız onun yanına bir kadın gönderin. Tenha biryerde yanından geçerken çığlık atsın. “imdaattt bana tecavüz ediyorlar...” Çok kısa bir sürede satırlı sopalı bir grup mahalleli, sorgulamadan o adamı ölderecektir zaten... Erkek en baştan beri vicdanlarda suçludur çünkü...

Gül bahçesindeki çıyanın göze batması gibi genel profil de erkeğin maganda, abazan ve şiddet eğilimli birisi olduğu yönündedir.

Bundan birkaç yıl önce suçsuz yere tecavüzden hapis yatan bir adamın hikayesini okumuştum gazetede. Adamın tek suçu o sırada olay yerinden geçmek olmuş. Tipi de tecavüz eden diğer adama çok benzediği için tecavüze uğrayan kadın tarafından tespit edilmiş ve birkaç yıl hapis yatmış. Sperm örnekleriyle ilgili laboratuvar sonuçları geç geldiği için ve duruşma araları çok uzun olduğu için suçsuzluğunun kanıtlanması da uzun sürmüş. Tabi bu süre zarfında herkes tarafından tecavüzcü olarak lanse edilmiş. İşte! Türkiye’de erkek olmak bu kadar zor ve riskli bir iştir.

Minübüse ayakta bindiğinizde ayakta durmaya çalışmanın yanı sıra yanınızda bir kadın varsa eğer, o tarafa fazla yaslanmamaya çalışmak, olabildiğince az sürtünmek hatta mümkünse kadının yanından kaçmaktır erkek olmak ...

Her ortamda bayanlara yer vermek, batan gemiden en son inmektir... bir erkek yangında en son kurtarılacak şeydir...

Bazılarınca sünnet olunca, bazılarınca da askere gidince olunduğu sanılan şeydir erkek olmak.

Erkek olmak borcuna sadık olmaktır...

Bakir olmamaktır...

Kadınla ilişkilendirilen her türlü objeden uzak durmaktır(bugün küpe takan erkekler yavuz sultan selim’e dua etsinler)...

Sokaklarda karşı cins tarafından her türlü görsel tacize maruz kalıp yine de beyefendiliği korumaktır. Kendi doğasına, testesteron hormonuna karşı çıkmak, sırf maganda demesinler diye güzel olana bakmamaya çalışmaktır...
Bu ülkede erkek olmak bırakın barları, yüzme havuzuna bile damsız girememektir... herhangi bir yere sırf cinsiyetinden dolayı alınmamak, özünde ırkçılık ve bir çeşit faşizmdir. Batıda "gender discrimination" diye adlandırılan cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmaktır... Bu uygulamayı yapan her işletme cinsiyet ayrımcılığı gerekçe gösterilerek mahkemeye verilebilir ve muhtemelen de davayı açan kişi kazanır. Bazı barlara damsız girilemiyor. Muhtemelen içeride bulunan bayanları erkeklerin ölçüsüz davranışlarından korumak için bu uygulama yapılıyor. Ama bu şekilde erkeklerle tanışmak için bara gelen bayanların da önü kesilmiş oluyor. Oldu olacak barlara aile salonumuz mevcuttur diye de yazılsın eşli gelenler o salona geçsin. Eşsiz gelenler de rahatça iki kadeh rakısını içebilsin. Ayrıca bu ülkedeki dengesizliğin asıl sebebi de erkekliğin kıroluğu değil, dam ve kavalye arz talep eğrisindeki dengesizliktir. Ben bu ülkede kıro erkek olduğu kadar kıro kadın olduğuna da inanıyorum. Yani erkeklerin daha kıro olması gibi bir durum söz konusu değil. Ama dışarıdaki erkek sayısı kadın sayısından daha fazla olduğu için göze batıyor... bunun sebebi ailelerin, özellikle muhafazakar ailelerin oğullarını serbest bıraktıkları kadar kızlarını serbest bırakmamalarıdır.

Özellikle son zamanlarda erkeklerin yara aldıkları bir başka konuda evlilikler! Ekonomik bağımsızlığını ele geçirmiş kadın tarafından damızlık olarak kullanılıyor erkek! Kariyerli kadının genel mantığı şu: Önce evlen, sonra çocuk yap, iki sene sonra da vur kıçına adamın tekmeyi ne hali varsa görsün! Nasılsa çocuğu yaptın, bir bahaneyle herifi boşa, ayrı ev tut artık anan da baban da karışamaz sana nasılsa çocuklu, boşanmış kadınsın kim ne diyebilir ki? Günümüz kadınlarında gittikçe kabul görmeye başlayan mantık bu! Kariyerini yaptın madem geriye bi çocuk kaldı. Bul safın birini evlen, sıkılınca da gönder. Nasılsa babası hakkında çocuğa anlatacak iyi bir hikaye bulursun...” senin baban çok sinirliydi yavrum”, “işsiz güçsüz adamın tekiydi”, “pısırık”, “mıymıntı”,”kumarcı”, “bizi hiç düşünmezdi” bla blaa...

Yıllar önce rahmetli Duygu Asena kadının adı yok isimli bir kitap yazmıştı. Kadının çektiği çileleri uğradığı haksızlıkları anlatan bir kitap... Ne kadar da haklıydı bunları yazarken! Fakat Sadece kadının değil erkeğin de adı yok bu ülkede. Suçsuzun değil güçsüzün yanında bulunma psikolojisi erkeği mahkum etti hep bugüne kadar vicdanlarda...

Bugün işsiz, güçsüz, avcılık ve toplayıcılık özelliğini yitirmiş bir sürü erkek geziyor sokaklarda. Kadınların evlenilecek erkek bulamayışındaki en önemli sebep, erkeğin yediği sosyo-ekonomik darbeler yüzünden iddiasını yitirmesi, ortalıkta görünememesidir. Yalnız kadınlar ve yalnız erkeklerin dünyasına hoşgelmek üzereyiz.

Maalesef kuşağımız her alanda köklü değişimlerin yaşandığı bir zamana denk geldi. Bugüne kadar insanoğlunun yaşamadığı çileleri ve farkındalık durumlarını yaşıyor, her an yeniden doğmakta olduğumuzun bilinciyle her yeni güne merhaba diyoruz. Tabi bunların yanı sıra akşamları kocasının yanında ud çalan osmanlı kadınları da kalmadı artık. Bu ambiansı yaşamaya çok meraklı olanlar konservatuar ud bölümünde okuyan ya da mezun birini bulup evlenebilir ama o kızlarımızda akşamları tarabyada, fasıllarda, assolistlerin arkasında çalıyor artık! Evde bulabilirseniz size de çalsın...

Ve son olarak kadınlarımız... analarımız, eşlerimiz, bacılarımız... bu ülkede erkek olmak ne kadar zorsa kadın olmak daha da zordur bilirim ve buna itirazım da yok. Amma velakinto sizlerin anne olmanız bile biz erkeklere atılan beşlik bir gol değerindedir. Beşlik gol beş gol yerine geçer... biz ne kadar iyi oynarsak oynayalım en fazla iki bilemedin üç gol atabiliyoruz ama maçı hep siz kazanıyorsunuz sonunda. Benimse amacım sadece erkeklerin çektiği sıkıntılara biraz değinmekti. Satırlarıma son vermeden önce bütün anaların ellerinden öperim. Yine siz aldınız maçı yani...