30 Eylül 2009 Çarşamba

Melike' nin gözüyle renkler...


Ben maviyim....

Tıpkı engin denizler ve gökyüzü gibi...Özgür ve bağımsız...

****************

İnsanlar rengarenktir benim gözümde...

Eğer mavi etkisi yaratıyorsa,çok severek konuşurum...İletişimde,vücut dili kendini belli eder zaten...Konuşulan dilin yanında,dinleyebilen insan mavidir benim gözümde...Mavi soğuk bir renktir,ama ferahlatan bir etkisi vardır....Bilge bir renktir bana göre.Maviler arasındaysam,keyfime diyecek yoktur..Hele çevremdeki eşyalarda saks mavisi varsa,huzur dolarım...

Kırmızı etki yaratıyorsa,harekettir benim gözümde...Dans edenler,kırmızıyı anımsatır bende...İspanyollar,çingeneler,romantikler...Hep kırmızıdır nedense...İsyanlar....Harekettir....Adrenalin rengi..

Eğer bende siyah alarmı veriyorsa,asil ve saygın bir renktir.Renk bilimciler,siyahı renk olarak görmezler,çünkü negatiftir onlar için..Ama ben çok severim...Özellikle esmerse(!)

Beyaz etkili insan,iyilik ve kötülüktür benim için...Doğumda ve ölümde beyaz kullanılır....Hem hüznü hem de sevinci çağrıştırır...Dönemlerin rengidir..Doğum,evlilik ve ölümün....Vazgeçilmez...

Kahverengi,memurları hatırlatır bana...Dikkat çekmeyen,durağanlığı ama çalışkanlığı çağrıştırır....Düzen rengi...

Yeşil,Bir ağaç üretkenliği kadar anaç gelir bana..Şevkat..Ve ne gariptir ki su gelir gözümün önüne,yeşili düşündüğümde..Huzur verir..Hele mavi ile bir araya gelirse,sonsuz bir huzur duyarım...

Sarı,hep itici gelmiştir...Aşırı dikkat çekici olduğu için mi, yoksa,sonbaharı hatırlattığı için midir bilmiyorum ama tuhaf bir hüzün vardır bu renkte...(sarışınlıktan bahsetmiyorum)

Melike Melis Öneş

21 Eylül 2009 Pazartesi

Çeşme'de aklıma gelenler


VOLUME1 (bu volume de yeni çıktı! neyse! biz de modaya uyalım)

Çeşme'ye gitmeden önce ayna karşısında çalıştığım cool takılma egzersizleri olumlu sonuç verdi! Teoman ve diğer rockçılar gibi, olan biten herşeye karşı ilgisiz kalışım sonucu garsonlar ve diğer misafirler arasında önemli bir yerim var artık. Ben istemeden masama türk kahvesi bile geliyor. Yalnız tek bir sorun dışında! Vücudumun hiçbir yerinde dövme olmadığı için çakma cool olduğum plajda hemen belli oluveriyor. Bunu farkettiğim anda keşke kafamı da kazıtsaydım diyorum. Dövmenin eksikliğini belki bir nebze giderirdi. İşte o zaman herşey süper olurdu. Ha bir de cep telefonumda çalan kurtlar vadisi müziği de olmasaydı daha iyi olacaktı ama maalesef emektar telefonumun melodisini değiştiremiyorum. Yoksa bizim düldüle amy winehouse çaldırmasını bende bilirdim;)) Sonuçta herşey manevi tatmin için;)

VOLUME2

Gençlere tavsiyeler:
Tek başınıza tatile gittiğinizde çoğu zaman gayri ihtiyari olarak iki davranış modelinden birini benimsemeniz gerekmektedir...
Birinci modelde (sap) dışa dönük bir tavır sergilersiniz. İnsanlarla diyalog halinde olur, küçüklerinizi sever, büyüklerinizi sayarsınız. Bunun mükafatı olarak da yan şezlongtaki ayşe teyze soyduğu hıyarın yarısını size keser, tuzlayıp yersiniz. Seversiniz sevilirsiniz... Selahattin abinin oğlu ataberk kafanıza beşinci kez topu atar, sesinizi bile çıkarmazsınız. Hatta bir de çocuğun başını okşar, çukolata verir gönderirsiniz. Garsonlarla yakınlaşma çabanız da olumlu sonuç vermez hatta istemiş olduğunuz kaşarlı tost kırk dakika sonra soğumuş vaziyette gelir. Vakti zamanında garsona yavşadığınız için şimdi tripte atamazsınız. Ama başınıza ne gelirse gelsin bir şekilde hep insanlarla iletişim halinde olursunuz. Tabi her zaman nezahat hanımlar ayşe teyzeler olmaz bu alemde bazen haleler jaleler de denk gelebilir. Takıldığınız mekana bağlı. Ama her halükarda dışarıya yavşak bir görüntü vermekten kaçamazsınız.

İkinci modeldeyse cool olmayı tercih edersiniz. Bu modernizasyon sürecinde öyle ayşe teyzelerle falan işiniz olmaz. Ataberk yanınıza gelmeye tırsar. Yalnız ama gururlusunuzdur. Arada sırada İstanbul'daki kız arkadaşınız telefonla sizi arar. Bu da sizin gerçekte yalnız olmadığınızın bir göstergesidir. Cool görünmek için saatlerce hiçbirşeyle ve hiçkimseyle ilgilenmeden plajda kitap okumanız gerekebilir. Kitap mümkünse ingilizce olsun, havanız ikiye katlanır. Melis muhteşem vücudu ve neredeyse ipkini denilebilecek incelikte bikinisiyle önünüzden geçer siz dönüp de bakmazsınız bile! Garsonlar siparişi erkenden getirirler. Kodummu oturturum bir havanız vardır. Bu noktada size sabrı ve hakkı tavsiye ediyorum. Çünkü böyle davranmak, kasılarak herşeye karşı ilgisiz durmak gerçekten çok zordur. Yolda yürürken artisliğinizden sağa sola bakmadığınız için her an bir kamyonun altında kalabilirsiniz! Ama bunun mükafatı olarak da ortam size akar, siz ortama girmek için uğraşmazsınız. Bir süre böyle davrandıktan sonra iletişimi artık garson kendi kurmaya çalışır. Mesela gelir şemsiyenizi düzeltir. Herşey sizin onu farketmeniz içindir. Taş gibi melis plajda havluyu daha yakınınıza sermiştir artık. Bunu gören haleyle jalede anında damlar zaten. Ortam kendiliğinden kurulmuş olur böylece.

Tabi bütün bunların dışında başka modeller de mevcut bu memlekette. Ama benim keyfim sadece bu iki modeli ele almak istedi. Ya da belki dikkatimi sadece bunlar çekmiş olabilir. Bu durumun bilinçaltımda yatan gerçekliğini de başka bir yazıda sorgularız;)
Yalnız tatile gitmek isteyenler sözlerimi dikkate alıp öyle yola çıksınlar! Selametle...

19 Eylül 2009 Cumartesi

SATRANÇ


Satrançta zeka mı ön plandadır yoksa tecrübe mi diye soracak olursanız cevabım şu olur:

İnsan satrancı tecrübesi kadar bilir, zekasıyla oynar.

En tecrübeli oyuncular bile bir bebeğe yenilebilir;))

Selin götürdükleri


Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da yaşanan sel felaketi hepimizi derinden etkiledi. "Yağmurdan korkan sokağa çıkmasın" sözü de böylece gerçek oldu. İnsanlar biraz yağmur yağınca; yol çöker sel olur korkusuyla evlerinden dışarı çıkmıyorlar.

Yaşanan sel felaketinden sonra bizim medya organlarımız da "dünyaya rezil olduk" diyerek ilk yaygarayı da kendileri kopartmıştır. Dünyanın bize olan bakış açısını da aslında bir ölçüde öz- medyamız yönlendiriyor. Dünyanın her yerinde seller oluyor; Amerika'da insanlar ölüyor, Asya'da binlerce insan evsiz kalıyor hiçbirşey olmuyor da bizde sel olunca mı dünyaya rezil oluyoruz?! Medyamızda bu haberleri gören uluslararası basın ajansları da haberlerini ona göre veriyorlar! Bu durumda dünya medyası bir eşşekse eğer, bizim medya da eşşeğin aklına karpuz kabuğu düşürüyor. Bütün bunların yanı sıra konuya itidalle yaklaşan yazarlarımız da mevcut. bunlardan biri de Cevdet Kızıl.

Kendisi aslında bir akademisyen. Kadir Has Üniversitesi'nde doktora tezini yapan yapan pırıl pırıl, gelecek vaadeden bir türk genci Cevdet Kızıl... Geçtiğimiz günlerde kendisinin Habertürk Gazetesi'ndeki bir yazısına rastladım. Bu satırları yazmama asıl vesile olan da o makaledir. Yazıda Cevdet Kızıl sel felaketinin uzun vadede yol açacağı problemler ve ekonomideki sıkıntıya değinmiş. Bugünlerde sık sık bu tür haberlere rastlamak mümkün. Fakat Kızıl'ın yazısında dikkatimi çeken ince nüansları umarım diğer okuyucularda farketmiştir...

Nüanslardan birincisi; sel felaketinden sonra sigorta şirketlerinin seli sigorta kapsamından çıkarması ve buna karşılık devletin hiçbir müdahalesinin olmaması. Bence bankacılık denetleme ve düzenleme kurulundan ayrı olarak sigortacılık düzenleme kurulu da oluşturulmalı. bugün hepimiz depreme karşı evlerimizi sigortaladık. Ya olası bir depremden sonra da sigorta şirketleri depremi sigorta kapsamından çıkartırlarsa ne olacak?

İkinci nüans ise ülkemizde yaşanan sel felaketinin avrupadaki yankıları! Avrupa Kültür Başkenti olmaya aday İstanbul'un ve Avrupa Birliği üyesi olmaya aday ülkemizin uluslararası basında arzu edilmeyen görüntülerle yayınlanması!

Kızıl konuyu pek çok köşe yazarı gibi rezil olduk feveranlarıyla değil gerçekçilikle ele almış. Umudum Cevdet Kızıl gibi genç yazarların sayısının artmasıdır.

Medyamızda yeralan, ülkemizi kötüleyen haberlere lütfen prim vermeyelim! Dürüst yayın organları ve yazarlar da hakettiği yeri bulmalı artık... Sağlıcakla ve sevgiyle kalın...
20 Eylül 2009'da İzmir Çeşme' deyim. Heyet-i umumiye azalarına duyurulur;))

Kan kardeşi deyiminin gelişim süreci: kanka, kanki, kankito... ve son olarak da KANKİTORYUS!!!


Kanka, kanki, kankito...kankitoryus!!!
Tarihteki ilk kankalar...
Romalı General Marcus Antonius Zubizaretta, M.S. 331 yılında galyalılara karşı kazanılan büyük bir zaferin ardından silah arkadaşı Afrika asıllı Skito Mokoko' yu kan kardeşi ilan etmiş ve kendisine en büyük kardeşlik nişanı olan kankitoryus ünvanını vermiştir. daha sonra da Büyük Kankitoryus Skito Mokoko'yu şark cephesi komutanı yapmış ve Atina'ya göndermiştir.Yanda resmini gördüğünüz kankitoryus şark cephesine kumandan olduktan sonra bıyık bırakmış ve iyice psikopata bağlamıştır. Kankitoryus 369 yılında Afyon Karahisarda attan düşerek ölmüştür. Mezarı yıllar sonra 1998' de Danimarka'lı Linguist- arkeolog Homo Daniel Rasmussen tarafından Bolvadin' de bulunmuş olup 2002 yılında kültür bakanlığı tarafından "kanka baba" türbesi adı altında halkın ziyaretine açılmıştır. Kendisi bugün hayatta olmasa bile büyük kankitoryusun anısı dilimizde kanka, kanki ve kankito olarak yaşamaktadır. Çocuklarımıza bırakacağımız en büyük miraslardan biri olan kan kardeşliği müessesesinin kurucusu Great Kankitoryus' u buradan rahmet ve saygıyla anıyoruz...

18 Eylül 2009 Cuma

ilkel ilke

ilkellerin ilkesi ilkesizliktir...

Can Yücel' den "Gitmek"


Gitmek

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.

Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

Böyle gidiyoruz işte.

"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira...
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz...
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

Misal ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki...
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?

"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.

Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.

Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek...
Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela...
Küçücük gitmeler yapabilsek.

Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.

Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma...
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.

Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun... İstemek de güzel.

Can Yücel

15 Eylül 2009 Salı

günün sözü

Bir astronom; Simon Newcom – 1902:
“Havadan ağır nesnelerin uçması mümkün değildir.”

13 Eylül 2009 Pazar

Cem Özüak güncesi

Cem Özüak güncesi
FUZULİ BİR YAZI
Fuzuli türk divan edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Bireysel duygu ve sevgi anlayışını barındıran şiirleriyle ünlüdür. Asıl adı Muhammed Bin Süleyman dır. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle beraber bazı kaynaklarda 1480 olarak geçmektedir. Kerbela’da doğdu. 1556 yılında yine Kerbela’da vefat etmiştir. Yaşamı hakkında yeterli bilgi yoktur. Şiirde "fuzuli" adını, kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendisininkilerle karşılaştırılması için aldığını, böyle bir takma adı kimsenin beğenmeyeceğini düşündüğünden kullandığını, Farsça divanı’nın girişinde açıklar. İşe yaramayan", "gereksiz" gibi anlamlara gelen "fuzuli" sözcüğünün başka bir anlamı da erdemdir. Onun bu iki karşıt anlamdan yararlanmak istediğini söyleyenler de vardır.
Buraya kadar her şey normal. Şahsiyetin biyografisinden küçük bir bölüm sunduk Gelelim asıl konuya:
Halk arasında yaygın olarak kullanılan ‘’fuzuli’’ kelimesini pek çoğumuz ünlü divan şairi Fuzuli’den türediğini zannederiz. Ama sanıldığının aksine ‘’fuzuli’’ kelimesi sadece divan edebiyatı şairimizin kullandığı bir lakaptı ve belki de onun sayesinde dilimize yerleşmekle beraber kendisine zaman zaman haksızlık da yapıyoruz. Toplumda, sanki şair olan fuzuli çok fuzuli işler yaptığı için ya da şiirler yazdığı için bu ismin şairin şahsından dolayı boş ve gereksiz anlamında bir sıfat olarak kullanıldığına dair yaygın bir inanış var. Halbuki ‘’fuzuli’’ Farsça bir kelimedir ve başlangıçta sadece bir sıfat olarak kullanılan bu kelime, ünlü şairimizin bunu bir müstear isim olarak kullanmasının sayesinde isim olarak da anılmaya başlanmıştır. Yani boş iş yapan şairimiz değil, boş iş anlamına gelen kelimeyi isim olarak kullanan şairimiz Fuzuli’ydi.
Toplum olarak edebiyattan olduk olası pek anlamayız. Kazma kürek sallamak ve harç karmak gibi işlere olan muhteşem kabiliyetimiz düşün hayatında ve okuma dünyasında kendisini gösteremez çoğu zaman. Renkli gazete sayfaları dışında(-ki onları okumaktan ziyade çoğu zaman seyretmeyi tercih ederiz) pek kitap okuduğumuz söylenemez. Kitap satış rakamları da bunu ispatlar niteliktedir. Çoğunluk Fuzuli’nin bir şair olduğunu bilir. Ömer Hayyam’ı da az çok biliriz. Rakı sofralarında adı geçen ender şairlerden biridir Hayyam. Onu içkiye olan merakından dolayı tanırız zaten.Sokaktan rastgele birini çevirseniz,’’ Hayyam hakkında ne biliyosun?’’ diye sorsanız çok yüksek ihtimalle onun şaraba olan sevgisinden bahseder. Ama onun yazdığı şiirlerden birini okuyabilecek babayiğit pek az çıkar. Aynı şey Baltacı Mehmet Paşa ve Katerina olayı için de geçerli. Kim savaşmış?, ne zaman savaşmış?,savaşın sonuçları nelerdir?, kimse bilmez. Ama iki şahıs arasındaki o malum görüşmeyi herkes az çok , yalan yanlış bilir. Fuzuli de artık yavaş yavaş kahve konuşmalarındaki yerini almaya başladı diğerleri gibi. Fuzuli işlerle uğraşma demek yerine Fuzuli gibi adamsın demeye başladık artık. Kimbilir zamanla hangi büyük sanatçı-bilim adamımızı gereksiz avam sohbetlerde harcamaya devam edeceğiz!
Bu ne biçim bir yazı böyle diyenler için: Yazının fuzuli olduğunu baştan söylemiştim! Hayat bir yanılsamadır zaten. Sadece detaylara dikkat edenler için..!
Cem Özüak

Cem

t Cem Özüak